Reklamı atlayıp Hemen sayfayı açmak için, biraz bekleyin ve REKLAMI GEÇ e tıklayın.


Açılan Sayfa İçeriğini Aşağıda Okuyabilirsiniz!




23 Şubat 2018 Cuma

20 Şubat 2018 Salı

ŞEHİT SORGULAMA SAYFASI BAĞLANTISI

http://msb.gov.tr/Personel/SehitleriListele/

MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI ŞEHİT SORGULAMA BAĞLANTISI TIKLAYINIZ.

MSB şehit sorgulama işlemi için ilk olarak kişinin Adı, Baba Adı ve Doğum Yılı'nın doğru bir şekilde doldurulması gerekiyor. Daha sonrasında sorgulama butonuyla birlikte sistem çalışıyor ve eğer sorgulanan kişi herhangi bir savaşta şehit düştüyse, bu bilgi ekranda görüntüleniyor.



Şehit tespit sisteminde, 1853 Kırım Savaşı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-1913 Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı, 1950-1953 Kore Savaşı, 1853-1928 Muharebe Dışı Diğer Şehitler ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda şehit düşenlerin bilgilerine ulaşılabiliyor.

Bu sistemle birlikte vatandaşlar, aile soyunda daha önceden bir kişinin bir savaşta şehit olup olmadığını sorgulayabiliyor ve eğer böyle bir durum var ise, ekranda uyarı olarak görüntüleniyor.

19 Şubat 2018 Pazartesi

TEPKİ GÖSTER BEĞEN PAYLAŞ


TSK nın Efsane Türk Jeti TF-X





TUSAŞ/TAI, İngiltere ile imzalanan işbirliği anlaşmasının ardından, milli savaş uçağı TFX’i geliştirme projesine süratle devam ediyor. Milli savaş uçağının Türk Silahlı Kuvvetleri’ne 2070 yılına kadar hizmet verebilecek yeteneklere sahip olacağı belirtildi. TFX’in teknik özellikleri de netlik kazanmaya başladı. Yeni nesil bir uçakta olması gereken düşük görünürlük, dahili silah yuvası, yüksek manevra kabiliyeti, artırılmış durumsal farkındalık ve sensör füzyonu gibi teknoloji alanlarındaki çalışmaların sonucunda, Türkiye’nin dünyada ABD, Rusya ve Çin’den sonra 5. nesil bir muharip uçağı üretebilecek altyapı ve teknolojiye sahip ülkeler arasında yer alacağı vurgulandı.


SES HIZINI İKİYE KATLAYACAK

Gazete Habertürk'ten Murat Gürgen'in haberine göre milli savaş uçağının ilk uçuşunu 2023 yılında yapması hedefleniyor. TFX’in 2030 yılından itibaren Türk Hava Kuvvetleri’nde aktif olarak kullanılmaya başlanması ve görev süreleri kademeli olarak sona erecek F-16 uçaklarının yerini alması öngörülüyor.

TFX 2023'İN ÖZELLİKLERİ NELER?

- BOY: 19 metre
- KANAT AÇIKLIĞI: 12 metre
- MENZİL: 1.100 km
- HIZ: 2 Mach/2.453 kilometre (Ses hızının iki katı)
- AZAMİ İRTİFA: 17 kilometre

13 Şubat 2018 Salı

An İtibarı ile PKK PYD YPG Terörist Ölü Sayısı

Türk Silahlı Kuvvetlerince, Zeytin Dalı Harekatı'nın başlangıcından bu yana 1485 teröristin etkisiz hale getirildiği bildirildi.

14 Şubat 2018 Çarşamba 09:57

8 Şubat 2018 Perşembe

11 Büyük Türk Komutanı Anlatan 11 Kitap

1. Büyük Hun Hakanı Mete Han

Büyük Hun Hakanı Mete Han
"Hunlar; Gök'ün gururlu çocuklarıdır!" Hunlardan söz ederken, böyle yazmaktadır, kadim Çin tarih kaynakları. Mete Han, "Gök'ün gururlu çocuklarını" yüksek ülkülere taşıyan, onlara, "Acuna egemen olma" düşüncesini aşılayan hakandır. "Tam yirmi altı devlet aldım! Yirmi altı budun üzerine han oldum!" diyerek belirtmiştir bu düşüncesini. "Bütün yay çeken budunları Hun yaptım!" diyerek, birleştirici bir Türk milliyetçiliğinin ilk tanımını yapmış, TURAN'ı gerçekleştirmiştir. Büyük Hun İmparatorluğu'nu kuran Hun Hakanı Mete Han'ın görkemli yaşamını anlatan, tamamen tarihi gerçeklere dayanılarak yazılmış bu roman, Kadim Türk Tarihi'nin çok önemli bir dönemine ışık tutmaktadır.

2. Bozkurtlar (Kürşad ve Çerileri)

Bozkurtlar (Kürşad ve Çerileri)
Bozkurtlar Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor Bozkurtlar, yazarının vaktiyle verdiği lütufkar müsaadeleri sonucunda "Bozkurtların Ölümü" ve "Bozkurtlar Diriliyor" adlı ölümsüz eserlerin, bir arada yayınlanmak suretiyle aldığı yeni isimdir. Bozkurtlar, her idealist Türk'ün heyecanında, fikir dünyasında, ülkücülüğünde ve inancında payı olan dev bir eserdir. Bu roman, Atsız Bey'in daha sağlığında iken edebiyatımızın klasikleri arasında yerini almış ve yazarını da ölümsüzleştirmiştir. Ötüken Neşriyat, uzun bir aradan ki bu zaman zarfında bir çok meşru ve korsan baskıları da yapıldıktan sonra, Türklüğün şuur ve gururu olan Bozkurtlar'ı yeniden yayınlarken on binlerce okuyucusunun heyecanını tazelemekten ve sevincine vesile olmaktan kıvanç duyar.

3. Tanrının Kırbacı Atilla

Tanrının Kırbacı Atilla
Her şey gayri meşru bir olayla başlar. Batı Roma İmparatoru III. Valentinian'ın kız kardeşi Honoria'nın bir uşakla yatakta basılması, bir skandala neden olur. Bu düşüncesizliği nedeniyle hapsedilen Honoria, içinde bulunduğu durumdan kurtuluş umudu olarak dünyanın en korkulan savaşçısı olan Atilla'yı görür. Çaresizlik içinde, Hunların Kralı'na elçi göndererek yardımını ister. Bu yardım çağrısını bir evlenme teklifi olarak kabul eden Atilla, başlık parası olarak Roma İmparatorluğu'nun yarısı üzerinde hak iddia eder ve böylece savaş makinelerini harekete geçirir.

Hunlarla açık bir savaşın, imparatorluğun mahvına sebep olmasından korkan Romalılar, gizli kapaklı yollar arar. Diplomatik uzlaşma arama kisvesi altında Atilla'nın kampına gönderilmek üzere bir elçilik grubu oluşturan Romalı liderler, Atilla'nın savaş beylerinden birini Atilla'yı öldürmesi için bir suikast planının içine çekmeye çalışır. Hırslı bir entelektüel olan Jonas, tarihçi olarak bu elçi grubuna dahil edilir. Ama suikast planı ortaya çıkınca, bir tarihçiden daha fazlası haline gelir. Hunlar tarafından rehin alınan Jonas, diplomaside sahip olduğu yeteneklerin yanı sıra hayatta kalmak için kılıçla ilgili olarak yeni yeteneklere de ihtiyaç duyduğunu anlar. Ama tek sorunu hayatta kalmak değildir. Hun kampında esir olan ve Hun savaşçılardan birine verilmesi söz konusu olan Romalı güzel Ilana'yla tanışır. Tek başına kaçma girişimi bir çılgınlık olacaktır. Bir de Ilana'yı kurtarma düşüncesi intihar demektir. Ama yaşamına mal olsa bile, Ilana olmadan kamptan ayrılamayacağının farkındadır.

Jonas, kaçışını planlarken Roma ile Hunlar arasında olacak savaşta, neyin hayati bir önem taşıdığını anlar. Şimdi artık sadece kendi yaşamı söz konusu değildir. Ilana ve imparatorluğu kurtarmak adına Batı medeniyetinin geleceğine karar vermek için karşı karşıya gelecek iki büyük ordunun, tarihteki en büyük savaşına Roma'yı hazırlamak üzere bilgiler ve eski bir kılıcı ulaştırmak zorundadır.
4. Kutlu Kağanlık (Bumin Kağan)

Kutlu Kağanlık (Bumin Kağan)

İlk kitabı Demirdağın Kurtları ile Türklerin Ergenekon'a hapsolmasını ve buradan çıkış mücadelesini anlatan yegane romanın yazarı Hasan Erimez, ikinci romanı Kutlu Kağanlık "Gök Türklerin Doğuşu" ile karşınızda. Uzun yıllar Aparların boyunduruğunda kalan Aşinalar, Bumin Han ve kardeşi İstemi Yabgu önderliğinde Aparları yenerek Gök Türk Devleti'ni kurarlar. Ancak asıl zorluk, bu kutlu kağanlığın kurulmasından sonra başlar. Bütün Türk boylarını tek bir çatı altında birleştirmek isteyen Gök Türkleri hem içeride hem de dışarda çetin mücadeleler beklemektedir. Türk adını kullanan tarihteki ilk Türk devletinin kurucuları, "büyük ülkülerini" gerçekleştirebilmek için kan deryalarından sabırla geçmek zorundalar. Hasan Erimez, tertemiz bir Türkçe ve duru bir üslupla bizi Ötüken Yış'tan Asya'nın dört bir yanına götürerek, Gök Türk Devleti'nin destansı kuruluş mücadelesini anlatıyor.
5. Alparslan

Alparslan

Tarihi romanlarıyla Osmanlı sultanlarının birbirinden değerli hayat hikayelerini günümüz okuruna aktaran Okay Tiryakioğlu bu defa Selçuklu topraklarına uzanarak atalarımızın atası Alparslan'ı konuk ediyor sayfalarına. Ve serüven başlıyor!

Çağrı Bey önderliğindeki Selçuklu Devleti, Dandanakan zaferinin ardından gücüne güç katarak batıya doğru ilerlemektedir. Henüz yağız bir delikanlı olan Alparslan ise dövüş hocası olan yenilmez Korgan'dan aldığı eğitimle rüşdünü ispatlayarak liderliğe doğru yükselir. Vatan aşkına sevda ateşi katan güzeller güzeli Selcen Kız'ı kaçırma planları yapılırken, devletin bütünlüğünü hırpalayan iç isyanlar da bir bir bastırılır.

Ve nihayet Anadolu'nun kaderini değiştiren Malazgirt Savaşı'nın vakti gelir. Alparslan ile Roman Diyojen'in tarihe mal olmuş bu destansı yüzleşmesine hazır olun.

6. Aybars (Sultan Baybars)

Hiçbir söz vaki olmayınca artık Aybars'ın önünde hiçbir engel kalmamıştı. Sade gidilecek yollar… Aybars Şam, Halep ve dolaylarında iktidarını kurup, otoritesini arttırınca Suriye'de sırtını sağlama aldı. Ve hükümranlığı için Kahire yollarını tuttu.

Günler geçmek bilmiyordu, yol tükenmek. Ve öyle ki her azmin bir muradı vardı. Nihayet Nil'in kucakladığı Kahire'nin devasa silueti belirdi.

Bir Cuma sabahı şehre girdiği vakit, daha evvelden süpürülmüş sokaklar ve temizlenmiş yol boyunca halkın coşkun tezahüratları arasında şehre girdi. Kenarları işlemeli zırhları ve görkemli elbiseleriyle Eyyubi ardılları olan emirleri Aybars'ın önünden gidiyorlardı. Bahir Emirleri ise beyaz ve sırmalar içinde dimdik duran Sultan'ı takip ediyorlardı. Sokaktaki halk önlerinden geçen Sultan Aybars'ı bir lahza görebilmek için çağırıyorlardı. Yanına nadide çiçekler atılıyor, beyaz küheylanı Akça'nın nallarını bastığı yerlerden toprak alabilmek için yerlere diz çöküyorlardı.

Ama o sadece bunca şaşaaya ve coşkunluğa karşın bir çift göz aramaktaydı. Yeşile çalan hafif çekik, bir çift göz...

Aybars dudaklarında bir tebessümle bir hayale bakıyordu. Eskisinden daha güzeldi. Nazenin yapraklarından hafif damlalar sarkıyordu. Birbirlerine kenetlenmişti gözleri. Elindeki gül goncasını ona uzattı. Narin elleri, ellerine değdi.

"Aybars…" diyebildi. O hazin yılları anarcasına.
Aybars'a hem çöl vaat edilmişti hem de çöl gülü.
Pekala, her azmin bir muradı vardı.

7. Timur Kasırga ve Dehşet

Timur Kasırga ve Dehşet
Artık akşam olmuş, güneş batıyordu. O sırada Timur, satranç oynamakla meşguldü. Bu yenik haliyle bile gururunu kaybetmemiş, dimdik ayakta duran uzun sakallı Beyazıt'ın içeri girdiğini görünce ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi Timur ve gülümsedi. Gururu da cesareti de yerinde olan Beyazıt:

"Ayıptır" diye bağırdı.
"Başına Allah tarafından bir felaket gelmiş olan bir adamla alay etmek ayıptır."
Bunun üzerine Timur ağır ağır şu cevabı verdi:
"Benim gülmem ona değil;
Allah'ın dünyayı benim gibi bir topalla senin gibi bir köre vermesine gülüyorum" dedi ve devam etti; "Sen bizi yenmiş olsaydın, askerlerimle bana neler yapardın, onu da bilmiyor değiliz."
... Beyazıt'ı esir olarak elinde bulundurmak, kocamış cihangirin pek hoşuna gitmişti...

8. Dünyanın İlk Günü (Fatih)


On beşinci yüzyılda, 19 yaşındaki genç sultan, bütün dünyanın kaderini değiştirmek üzereydi...

Doğu Roma'nın merkezi Konstantinopol'den kaçırılan Alexander, yaşayabilmek için çocukluk aşkından ayrılmak zorunda kalır. Aşkına tekrar kavuşmaya söz veren Alexander, doğduğu topraklara hiç beklenmedik bir şekilde geri dönecektir. Aradığı adaleti başka topraklarda bulmuş ama ilk aşkını hiç unutmamış bir yeniçeri olarak... Aynı tarihlerde ve aynı coğrafyada, kaybettiği sevgili eşinin yasıyla birlikte elçiden çok seyyah olup çıkan İtalyan Alberti Balbi ise el yazması eserler kopyalayıp çoğaltan Müslüman bir kıza, Nilüfer'e vurulur. Alberti'nin, adeta eski aşkının ve yasının doğal bir uzantısına dönüşen bu imkansız aşkı satır satır döktüğü gizli defteri, gittikçe tarihin en önemli tanıklarından birine dönüşecektir. Zira aynı dönemde, 19 yaşındaki bir sultan, genç Mehmet, sadece Alexander ve Alberti'nin değil, bütün dünyanın kaderini değiştirecek bir olayı, İstanbul'un fethini gerçekleştirmek üzeredir...

Amerika'da yaşayan genç akademisyen Beyazıt Akman'ın üniversite kütüphanelerindeki kaynaklarla birlikte yerli ve yabancı yüzü aşkın eseri inceleyerek beş yıllık bir araştırmanın ardından yazmaya başladığı İmparatorluk, göz kamaştırıcı bu epikle açılıyor. Manisa'dan başlayıp İtalya'ya kadar uzanan, Gütenberg'den Bellini'ye değin pek çok tarihi simayı bir araya getiren roman, Hristiyan-Müslüman ilişkilerine ve Doğu-Batı ikilemine dair birçok şeyi yerinden sarsacak. Şövalyelerle yeniçeriler arasındaki çarpışmalar, nakkaşlarla Venedikli ressamlar arasındaki diyaloglar ve kültürlerle yürekler arasındaki gelgitlerle bezeli bu uzun soluklu aşk ve savaş romanı; çok uzun zamandır eksikliği hissedilen renkli ve görkemli bir imparatorluk panoraması sunuyor. Alexander'ın aşkını, Alberti'nin hüznünü ve Mehmet'in azmini film izlercesine, bir solukta okuyacak, bir daha unutamayacaksınız.

İmparatorluk, Dünyanın İlk Günü'yle başlıyor...

9. Şah Sultan (Yavuz Sultan Selim Han)

Şah Sultan (Yavuz Sultan Selim Han)
Tutku...
Güzellik...
Aşk ve savaş. Sadece gönüllerin değil alınların, kemiklerin ve gözlerin alev alev yandığı savaş.
Kahramanlarını, Yavuz Sultan Selim'i de Şah İsmail'i de tarihin merdivenlerinde bir basamak aşağı indiren bir basamak yukarı çıkaran savaş.
Çaldıran...
Şimdi Çaldıran ne 500 yıl geride ne 500 yıl ileride.
Savaş tasında büyücünün gördüğü neydi?
Kızılbaşlık!
Sünnilik!
İktidar hırsı.
Aşkın bir çökelti gibi dondurduğu zaman!
Korku? Ya o?
Yazar biraz da korkuların üstüne gidendir.
Tarih ileriye doğru çözüldükçe ağacın kökleri de görülecektir.
Alevi de Sünni de bağlıdır o köke. Birdir o toprakta.
Gölgeler büyümüşse ışığı değil korkuyu yenmek gerekir.
Karanlık ve kör ışığın egemenliği boğmasın artık nesilleri.
Ve işte bir kez daha aşk!
Şiir kadar iktidar atında rüzgâra ve ateşe doğru yol alan iki hükümdar.
Şah ve Sultan...
Dünya incisi zarif ve asil kadınlar. Yeminlerine bağlı erkekler.
Masal kadar gerçek.
Büyüleyici olduğu kadar umut verici.
Şah&Sultan her cümlesi aşkla okunacak bir kitap.
İskender Pala'dan...

10. Sultan: Bir Kanuni Romanı

Sultan: Bir Kanuni Romanı
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, Anadolu'dan Rumeli'ye kara ve denizlerin yegane hakimi Kanuni Sultan Süleyman Han yedi cihana nam salmaya devam ediyor!

Devir Muhteşem Süleyman devridir. Düşmanları bir korkudur sarar. Vehimi çıkar her köşe başından; yamandır, aman vermez. Pargalı ise her vezire benzemez, zekasıyla savaşır da olmazları oldurur. Hürrem'in tek bir sözüyle kayıplara karışır kimi, kiminin hayatı huzur bulur. Ancak başta Cihan Padişahı vardır ki sefer eyler Bağdat'a, Estergon'a; şanıyla Viyana kapılarına ulaşır. Ne Şarlken tanır ne Ferdinand. Denizler ise Barbaros'tan sorulur. Preveze'den gelen kahramanlık haberleri Kutsal Roma ile Safeviler arasındaki ittifakı körüklerken acaba bu güç savaşında kim galebe çalacaktır?

Tarihi romanların vazgeçilmez ismi Okay Tiryakioğlu, Kanuni üçlemesinin ikinci kitabı Sultan'da tarihin en ihtişamlı dönemini soluk soluğa bir anlatımla bugüne taşıyor.

11. Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı

Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı
Sultan II. Abdülhamid 33 yıl boyunca etrafı "kurtlar"la çevrili bir ülkeyi sağ salim sahile çıkarmanın mücadelesini verdi. Hasta Adam'ın mirasının paylaşılması konusu 1850'lerde gündeme gelmişti. 1878'de Rusya karşısındaki ağır yenilgimiz, emperyalizmin iştahını kabartmıştı ve Türkiye'de darbe üstüne darbe yapılıyordu. Önce Sultan Abdülaziz'e yapıldı darbe, sonra V. Mrad'a. Sanıldı ki, Osmanlı'nın kaderi pamuk ipliğine bağlı. Nitekim Sultan Abdülhamid tahta geçtiğinde İngiliz Dış işleri Bakanı, kendisini tehdit etmiş, 'Ayağını denk alsın, ona da öncekilere yaptığımızı yaparız' demişti.

Çöküş için gün sayılırken, bu 34 yaşındaki adam, 30 yılını adayacağı bir icraatın düğmesine basıyordu. Ülkeyi bir barış dönemine sokarken, kazanılan zamanda demiryolu ağından eğitim yatırımlarına kadar bir dolu projeye imza atıyordu. Kendisini feda etmişti ama 30 yılda yetiştirdiği nesil, Çanakkale'den Sina çölüne kadar emperyalizme karşı Akif'in deyişiyle 'kıta kapma' oyunu oynayacaktı.

"Kızıl Sultan" demişlerdi ona. Kendi açılarından haklıydılar. Çünkü Osmanlı'nın paylaşımını pahalıya getirmişti Avrupa'ya. Kansız olacağını sandıkları Osmanlı gövdesindeki ameliyat, 30 yıllık gecikme sayesinde Avrupa'nın kanlı bir iç savaşına dönüşmüş ve bir dünya meselesi haline gelmişti.

Osmanlı tarihini yeniden yazmaya koyulan Mustafa Armağan'ın titiz ve akıcı kaleminden Son Sultan'ın Kurtlarla Dansı... Kitabı okuyunca dansın bugün de devam ettiğini fark edeceksiniz...

6 Şubat 2018 Salı

PLEVNE DESTANI VE GAZİ OSMAN PAŞA



1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı¸ Osmanlı'nın çöküş faslına sürüklenmesinde büyük rol oynamıştır. Bu savaşta¸ amansız çarpışmaların yaşandığı cephelerden biri de Plevne'dir. Burada¸ Osmanlı Ordusu sonuç itibariyle mağlup olsa da¸ tarihimizin destansı müdafaa şaheserlerinden birini yazmıştır. Sergilenen müdafaanın başkahramanı mevkiinde ise “Gazi Osman Paşa” yer almıştır. Askerî dehası ve harp sanatındaki ustalığıyla adını savaş tarihine yazdırmayı başarmıştır. Gerek Osmanlı'da gerekse Avrupa'da örnek gösterilen komutanlardan olmuştur.


Düşmana İlk Darbe


Harbin ilanından önce İstanbul'da yapılan toplantıda¸ Rusların planladıkları ileri harekâta¸ Plevne-Lofça hattında toplanacak¸ Vidin ve Rahova'daki Osman Paşa emrindeki birliklerle mani olunması kararlaştırılmıştı. Ruslar¸ stratejik önemi büyük olan Plevne'yi ele geçirmek için Niğbolu'dan harekete geçirdiler. Fakat Müşir Osman Paşa daha erken davrandı. Emrindeki 12 bin kişilik kuvvetle Vidin'den bir haftalık cebrî yürüyüşle¸ 192 kilometrelik yolu 6 günde kat ederek Plevne'ye vardı.


Henüz yorgunluğunu üzerinden atamayan Osmanlı Ordusu'nu şiddetli bir hücumla gafil avlamak isteyen Ruslar ve mağrur Çarları II. Aleksandr¸ daha ilk hücumda Osman Paşa ve kuvvetlerinden beklemedikleri bir darbe yediler. Binbaşı İbrahim Edhem'in ifadesiyle Osmanlı dilâverlerinin gayret ve savletleriyle geriye püskürtüler. Mukadderat kitabının ilk yaprağı Osmanlılardan yana çevrildi. Rusların ölü sayısı 3000 kadardı ve iki misli de yaralıları vardı. Osmanlı Ordusu'nun zayiatı ise 300 şehit¸ bin küsur yaralı idi. Bu ilk darbe Rusları daldıkları gaflet uykusundan uyandırdı. İçlerindeki¸ Türk korkusu yeniden depreşti.


İkinci Zafer ve Yankıları


Vidin'den gelen takviye kuvvetlerle Osman Paşa'nın mevcudu 23 bine¸ top adedi 58'e ulaşmıştı. Rus Ordusu'nun kuvveti ise 50 bin asker¸ 184 toptan ibaretti. Osman Paşa¸ Plevne'nin etrafına 5 kilometre uzunluğunda¸ 6 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde 6 toprak tabya yaptırarak¸ tahkimatı mümkün mertebe kuvvetlendirmeye çalıştı. Bu tarz¸ müdafaa savaşında yeni bir çığır oluşturmuştu. General Tottleben'in sarf ettiği şu söz¸ Gazi Osman Paşa'nın bu alandaki başarısını ortaya koymuştu: “Plevne insan eliyle yapılan en kuvvetli kaledir ve Türkler tarafından müdafaa edilirse zaptı kolay olmayacaktır.”


Ruslar¸ Plevne düğümünü çözebilirlerse savaşı da kazanacaklarına inanıyorlardı. Bütün dünyanın gözü Plevne üzerindeydi. Gazetelerin harp muhabirleri¸ büyük devletlerin askeri ataşeleri Plevne'ye gelmişti. Avrupa harp akademilerinde ve genelkurmaylarında¸ Plevne'nin akıbetinin ne olacağı tartışılıyordu. Osman Paşa'nın savunma stratejisine yepyeni unsurlar getirdiği¸ daha savaşın ortalarında kabul edilmişti.


Plevne'ye ikinci Rus saldırısı 30 Temmuz 1877'de başladı. Güneşin doğuşuyla beraber Ruslar hücuma geçti. Rusların “hurra” sedalarına Osmanlı askerleri “Allah Allah” nidalarıyla cevap veriyordu. Osman Paşa¸ gece-gündüz rahatını ve uykusunu feda ederek askerlerinin şecaat ve gayretlerini devamlı surette tahrik ediyor¸ din ve devleti muhafaza etmenin zamanının geldiğini haykırıyordu. Kanlı muharebe ve şiddetli top atışları gece boyunca sürdü. Ruslar ertesi gün tekrar hücum ettilerse de Osmanlı askerinin süngü hücumu karşısında bozguna uğradılar.


“Plevne'de Osman Paşa'nın kumandası altında savaşmış askerden cesur bir askerin¸ Avrupa kıtasında bulunmadığına eminim.” diyen¸ Osmanlı Ordusu'nda görevli Avustralyalı Doktor Binbaşı Charles S. Ryan'ın müşahedeleri bu noktada oldukça çarpıcıdır: “İkinci Plevne Muharebesi Türkler için birincisinden daha büyük bir zafer olmakla beraber¸ çok kanlı idi. Başkumandan Müşir Osman Paşa'nın altında üç at vurulup öldü.”


Binbaşı İbrahim Edhem Bey'in bilhassa Rus cephesinde yaşananlarla ilgili aktardığı şu bilgi ve tasvirler de bir o kadar korkunç ve ürperticidir: “İki mevzi arasındaki mesafe¸ insan ekilmiş tarla şekline girip hakikaten korkunç bir manzaraydı. Kaçanların silah ve cephanesini atıp Tuna'ya doğru kaçtıkları ve rasgeldiklerine ‘Türk geliyor ve şiddetli vuruyor.' sözünü söyledikleri¸ yaralıların iniltileri bizim ileri karakollarımız tarafından görülmüş ve işitilmiştir. Aleksandr Hazretleri bile arabasıyla Ziştovi Köprüsü'nden geçmeye güç vakit bulabilmiştir.”


Rusların toplam kaybı 8 bin civarındaydı. İki buçuk misli de yaralıları vardı. Osmanlıların zayiatı ise 700 şehit¸ 1500 yaralı idi. İkinci Plevne bozgunu¸ Ruslarda soğuk duş etkisi yaptı. Osman Paşa'nın şanı bütün dünyaya yayıldı. Osmanlı kuvvetlerini bir hamlede mahvedip Hıristiyanlık âlemini kurtaracağını mağrur bir edayla ilan eden Rusya ve Çar'ı rezil oldu.


Sonuç itibariyle Plevne'yi savaş muhabiri olarak takip eden¸ anı ve gözlemlerini harp bitince “Tuna Nehri Akmam Diyor” isimli kitapta toplayan Rupert Furneaux'un da çarpıcı bir şekilde ifade ettiği üzere Ruslar¸ ölüm acıları içerisinde kıvrandığını iddia ettikleri Avrupa'nın ‘Hasta Adamı'ndan böğürlerine müthiş bir yumruk yemişlerdi.


Çar II. Aleksandr¸ çaresizlik içinde Petersburg'daki Hassa ve Kazak Alaylarını cepheye sevk etti. Çar¸ Romanya Prensi I. Karol'a şu telgrafı çekmeye mecbur kaldı: “Acele Plevne'de yardımımıza yetiş! Türkler bizi mahvediyorlar. Hıristiyanlık¸ davasını kaybetmek üzeredir.” Çağrıyı olumlu cevap veren Karol'un birlikleriyle¸ Rus Ordusu'nun mevcudu 100 bini aştı. Rusya bütün varlığını Plevne sırtlarına yığdı. Çar¸ Karol'u başkomutan tayin etti. Osman Paşa¸ Tuna Cephesi'ndeki komutanlara gönderdiği yardım çağrısına olumlu cevap alamadı. Genç yaşta mareşal olması ve gösterdiği başarılardan dolayı kıskanılıyordu. Bu yüzden¸ Osmanlı Ordusu'nun mevcudu 30 binde kaldı. Rusların 432 topuna karşılık Osmanlıların 58 topu vardı. Ruslar 3. taarruz günü olarak Çar'ın doğum günü olan 31 Ağustos'u seçmişlerdi.


Üçüncü Zafer ve Dize Gelen Çar


Ruslar 22 Ağustos'ta Plevne'yi üç taraftan kuşattılar. Osman Paşa'nın emrindeki kuvvetler oldukça yorgun durumdaydı; erzak ve mühimmatları azalmıştı ve dışarıdan yardım alma imkânları hayli zordu. Rus Çarı¸ Osmanlı Ordusu'ndan kat kat fazla ordusu¸ bol mühimmat ve silahıyla hücum emri verdi. Çar dışında Veliaht Grandük Nikola¸ Romanya Prensi I. Karol ve tanınmış birçok Rus generali de ordudaydı. Rus topçuları gece-gündüz Plevne'yi dövdü. Sadece 7-11 Eylül arasında atılan top mermisi 30 bindi. Ruslar ölmüş askerlerden siperler yapıyorlardı. Osmanlı Ordusu¸ misli görülmemiş bir direniş gösterdi. Kendisinden en az üç kat kalabalık düşmanı üçüncü defa hezimete uğrattı. Çar'a doğum günü hediyesi sunma çabası¸ Rus komutandan gelen raporla akamete uğradı: “Fevkalade çabaladım ise de kusur ben de olmayıp¸ burada Allah¸ Türklere yardım etti.”


Savaş muhabiri Rupert Furneaux'un veciz ifadesiyle dev bir orak şeklindeki Türk hatları¸ Rusları kelimenin tam anlamıyla biçmişti: “Böyle bir taarruzu ne gördüm¸ ne işittim¸ ne de askerî tarihte okudum. Rus mağlubiyeti¸ Avrupa'da ve dünyada bomba gibi patladı.” Rusların zayiatı 3 general¸ 350 subay¸ 15200 askerdi. Türklerinki ise¸ şehit ve yaralılarla birlikte 3500 civarındaydı.


Bütün dünya¸ Plevne'deki Osmanlı kahramanlığı karşısında bir kez daha hayran kaldı. İslâm âleminde Plevne gazileri için dualar okundu. Üçüncü Plevne Zaferi üzerine Sultan II. Abdülhamid¸ 21 Eylül'de Müşir Osman Paşa'yı “Gazi” unvanıyla taltif etti.


Büyük Abluka


Ruslar¸ Osman Paşa'yı yenemeyeceklerini ve Plevne'yi taarruzla alamayacaklarını nihayet anlamışlardı. Ordunun kurmaylarında¸ Plevne'yi hücumla değil de kuşatmayla alma görüşü galip geldi. Kuşatma öncesinde¸ Osmanlı Ordusu'nu açlıktan teslime zorlamak maksadıyla yardım ve haberleşme yollarını kesmek için harekete geçtiler. 15 Eylül'de Plevne-Sofya hattını işgal ettiler. 24 Ekim'de de Plevne-Orhaniye telgraf hattını kestiler. Orhaniye yolunun kesilmesi Osman Paşa'yı zor duruma düşürdü. Zira burası Osmanlı Ordusu için nefes borusundan farksızdı. Ayrıca orduda dizanteri¸ kolera ve tifo endişe verici boyutlarda çoğalıyordu. 28 Ekimde General Gurko¸ 35 bin kişilik bir kuvvetle Sofya-Plevne yolunu kapattı. Böylece Ruslar 100 bin piyade¸ 5 süvari tümeni¸ 608 top ve 35 bin takviye Romen kolordusuyla¸48 kilometrelik bir çember oluşturarak kuşatmayı başlattılar.


Grandük Nikola¸ 30 Ekim'de Osman Paşa'ya teslim olması için mektup gönderdi. Gazi Osman Paşa¸ 12 Kasım'da gönderdiği cevabî mektupta¸ din¸ vatan¸ millet ve devlet için henüz her şeyi yapmadıklarını vurgulayarak teslim teklifini reddetti.


Kasım sonu Aralık başında Plevne'de açlık had safhaya varmıştı. Yaralılar için ilaç¸ sargı bezi ve diğer sıhhi malzemeler bulunamaz olmuştu. Rupert Furneaux'un temas ettiğine göre ölülerin gömleklerinden sargı bezi kesiliyordu. Veba gibi salgın hastalıklar kapıdaydı. 22 Kasım itibariyle buğday tamamen tükenmiş¸ birkaç günlük erzak kalmıştı. Hayvan yemi sıkıntısı da baş göstermişti. Silah ve cephane azalmış¸ mermiler sayı ile kullanılır duruma gelmişti. Üstelik kış da kapıya dayanmıştı ve Balkanlar soğuklarıyla meşhurdu.


Gazi Osman Paşa kuşatma çemberini yarıp Sofya'ya ulaşmak arzusundaydı; ona göre bu son çareydi. Orası henüz Türklerin elindeydi ve kuvvetleri birleştirmek mümkün olabilirdi. 30 Kasım-1 Aralık gecesi bütün tümen ve alay kumandanlarını¸ kurmay başkanlarını karargâhına davet etti. Durumu bütün açıklığıyla müzakere etti ve görüşlerini aldı. Toplantıdan¸ yarma ve çıkış hareketi yapılması kararı çıktı. Hareket günü olarak 10 Aralık Pazartesi günü belirlendi. Plevne'nin Müslüman ahalisi de Osmanlı ordusuyla birlikte şehirden ayrılmaya karar verdiler. Zira Ruslar ve Bulgarların zulüm ve katliamına maruz kalmaktan endişe ediyorlardı.600 kadar ailenin¸ 300 arabalık bir kafile teşkil ederek orduyu takip etmesine karar verildi.


Son Hamle: Kuşatmayı Yarma


Gazi Osman Paşa¸ Plevne'den çıkış başlarken ordusunu ikiye ayırdı. Ardından askerlerini topladı ve onlara son kez seslendi: “Asker evlatlarım! Allah'ın inayetiyle son hamlemizi yapacağız. Bugün Zilhicce ayı içindeyiz. Bütün âlem-i İslâm kurban kanı akıtmaktadır. Burada bizim kesilecek kurbanımız yoktur. Biz de düşman kanı dökelim. Allah yardımcımız olsun!” Aç¸ bî-ilaç¸ yorgun ve uykusuz vaziyetteki askerler¸ kumandanlarının bu yüreklendirici konuşmasından sonra yeniden canlandılar.


9-10 Aralık gecesi saat 3'te Gazi Osman Paşa'nın komuta ettiği birinci grup yarma hareketine başladı. Paşa¸ sabah saat 10'da Vidin Irmağını geçti ve daha önceden tespit edilen toplanma yerine geldi. İkinci grup da hareket etti. Tam yarısı Vidin'i geçiyordu ki¸ beklenmedik bir gelişme yaşandı. Osman Paşa'nın teşebbüsünden haberdar olan Ruslar¸ sol taraftan yoğun topçu ateşine başladılar. Karşılıklı top atışları altında kanlı ve şiddetli bir çarpışma gerçekleşti. Osmanlı birlikleri 2500 şehit¸ 3500 yaralı verdi.


Bu sırada Osman Paşa'nın atı vuruldu; kendisi de sol dizinden yaralandı ve düştü. Kumandanlarının düştüğünü gören askerlerin maneviyatı birden sarsıldı. Çünkü kumandanlarının¸ adeta demirden bir kale gibi heybet¸ metanet ve cesaretle dikilmesi sayesinde ayakta duruyorlardı. Artık Plevne için hiçbir ümit kalmamıştı. Gazi Osman Paşa¸ istemeden teslim olmaya razı oldu.


İstenmeyen Teslim


“Yaralı Mareşal”¸ Ruslara¸ teslim olacağını bildirdi. Belinden kılıcını çıkarıp General Ganetsky'ye teslim etti. Fakat Başkomutan Grandük Nikola¸ “kılıcını ondan daha iyi kullanacak kimse olmayacağı” için büyük bir hürmetle iade etti ve Paşaya iltifat etti: “Rus Ordusu ve Çarı adına kahraman düşmanımızı selamlamaktan şeref duyarım! Tarihin en muhteşem destanlarından birini yazdınız. Benim esirim değil¸ misafirimsiniz. Kılıcını sana geri veriyorum. Senin gibi cesur¸ gayretli ve dirayet sahibi bir kumandanla savaştığımız için kendimi mesut sayıyorum.”


Gazi Osman Paşa¸ 10 Aralık akşamı Plevne'ye götürüldü. Grandük Nikola ve Romanya Prensi Karol tarafından karşılandı. Rus subayları Osman Paşa'yı “Bravo” nidalarıyla selamladılar. Paşa¸ 12 Aralık'ta Çar'ın huzuruna çıkarıldı. Çar¸ Gazi Paşa'yı saygıyla karşıladı; esir değil¸ misafir muamelesi uyguladı. Paşa'ya şöyle hitap etti: “Güzel müdafaanızdan dolayı sizi tebrik ederim. Bu¸ askerî tarihin en güzel hadiselerinden biri olmuştur.”


Plevne Müdafaası¸ 4 ay 23 gün sürdü. Gazi Osman Paşa ile birlikte 40 bin piyade¸ 1200 süvari¸ 2128 subay ve 10 paşa esir düştü. Osman Paşa üç ay esir kaldıktan sonra 13 Mart 1877'de İstanbul'a döndü. Padişah II. Abdülhamid¸ Paşa'ya büyük iltifatta bulundu ve “Gel benim kahraman Osman'ım! Berhudar ol! Sen benim yüzümü ağarttın¸ iki cihanda yüzün ak olsun!” sözleriyle karşıladı.


Osmanlı Ordusu¸ uzun zamandandır Niğbolu'yu¸ Çaldıran'ı¸ Ridaniye'yi¸ Mohaç'ı andıran böyle destansı bir zafer kazanmaya hasretti. Gazi Osman Paşa efsaneleşti¸ savaş tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Kazandığı zafer¸ tarihimizin şeref tabloları içerisinde yerini aldı. Milletimizin kalbinde ve hafızasında silinmez bir iz bıraktı.





Kaynaklar:


İbrahim Edhem¸ Plevne Hatıraları¸ İstanbul¸ 1979.


William von Herbert¸ The Defence of Plevna1877¸ Ankara¸ 1990¸ Ministry of Culture Publications.


Rupert Furneaux¸ Tuna Nehri Akmam Diyor¸ Çeviren: Şeniz-Derin Türkömer¸ İstanbul¸ 1999.


Charles Ryan¸ Plevne ve Erzurum'da 1877/1878 Türk-Rus Harbi¸ Çeviren: A. Rıza Seyfioğlu¸ İstanbul¸ 1962.


Ali Fuad¸ Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi¸ İstanbul¸ c.3¸ 1326/1910.


Metin Hülagu¸ Yaralı Mareşal¸ İstanbul¸ 2006.


Yılmaz Öztuna¸ Büyük Türkiye Tarihi¸ İstanbul¸ 1983¸ c. 7¸ 12.


Enver Ziya Karal¸ Osmanlı Tarihi¸ c.8¸ Ankara¸ 1988.


Mahmud Kirazlı¸ Ali Hüsrevoğlu¸ Plevne Müdafaası ve Gazi Osman Paşa¸ İstanbul¸ 1982.

2 Şubat 2018 Cuma

2019-2020 CELP DÖNEMLERİ

2020 Askerlik Celp Dönemi Son Başvuru Tarihleri

2000 doğumluların askere gitmek istedikleri celp dönemini iyi takip etmeleri hayati önem taşımaktadır.  Aşağıda 2020 celp dönemi son başvuru tarihleri görülmektedir;

Şubat 2020 Celp döneminde askere gitmek için Son Başvuru Tarihi: 30 Kasım 2019

Mayıs 2020 Celp döneminde askere gitmek için Son Başvuru Tarihi: 29 Şubat 2020

Ağustos 2020  Celp döneminde askere gitmek için Son Başvuru Tarihi: 31 Mayıs 2020

Kasım 2020 Celp döneminde askere gitmek için Son Başvuru Tarihi: 31 Ağustos 2020’dir.

Son başvuru tarihini kaçıran kişiler bir sonraki celp döneminde askere giderler. Celp dönemini kaçırmamak için son başvuru tarihinden en az 15 gün önce askerlik şubesine giderek gerekli işlemlerinizi yaptırmanız tavsiye olunur. Zaman zaman son başvuru tarihleri ayın sonunda değil ayın 15’i olacak şekilde uygulanabilmektedir. Celp dönemi son başvuru tarihini ayın 15’i gibi düşünüp erkenden kayıt yaptırmanız istediğiniz celp döneminde askere gitmenizi sağlayacaktır.

Dikkate Almanız Gereken Çok Önemli Not:
Askere gitmek istediğiniz celp döneminden en az 2,5 ay önce askerlik şubesine giderek gerekli başvuru işlemlerinizi yaptırmanız faydanıza olacaktır. Celp dönemi son başvuru tarihini kaçıran kişiler bir sonraki dönem askere gitmek zorunda kalmaktadır. Celp dönemi son başvuru tarihini kaçıran kişiler için o celp döneminde askere gitmek mümkün değildir…